“Yazmak iletişim kurmak değil direnmektir.” Direnmek neşe verir.

23 Şubat 2018 Cuma

çocuk annesini kaybettiyse, annesinin kaybını anlaması için annesi ölürken onun yanında olması gerekir. eğer bir şekilde annesinden uzaklaştırıldıysa, bu iyilikten çok kötülüktür. başına ne geldiğini anlamaz. ağlayamaz. ona neden ağlamadığı sorulduğunda, cevap veremez.

çocuk uzun süre içindeki huzursuzlukla kalakalır. sevilmemek ve sevmemek için elinden geleni yapar. kaçtığı şeyin kucağına düşer. sevgiyle karşılaşması, gecikmiş yas dönemini başlatır. neyi kaybettiğini nihayet anlamıştır ya da anlamaya başlamıştır.

annesinden gördüğü sevgiye eş değer bir sevgi gördüğünde, çocuk birden ağlamaya başlar, neden ağladığı sorulduğunda, cevap veremez.

1 Aralık 2017 Cuma

kafka gibi olmak istiyorsun ama artık geriye dönüş yok. seni tanıyan birden fazla kadın oldu. hem kafka olmak ne demek bilmiyorsun. kafandaki kafkaya öykünüyorsun. kafka eğer kafandaki kafkayla tanışsa ne düşünürdü acaba diye düşünüyorsun. kafa ve kafka kelimelerinin bu kadar birbirine benziyor oluşu sinirini bozuyor. bu iki kelimeden bir aforizma üretildiğini hayal ediyorsun, iyice sinirlerin bozuluyor.

hayatına girmiş kadınlar birden fazla. bu seni şaşırtıyor. hepsinin yüzleri gözünün önünden geçiyor. en çok gülüşleri. hayır en çok ağlayışları. rüyalarında da ağlıyorlar hep.

sen hiçbir şey hak etmiyorsun.

13 Eylül 2017 Çarşamba

bilgisayarının başına oturuyorsun. konuşamadığın için yazacaksın. konuşurken sen, karşındaki kişi kendi söyleyeceklerini düşündüğü için konuşamadın, buraya yazacaksın. bu aralar okuduğun yazara öykünerek yazacaksın. biliyorsun.

içinden cevaplar verdin, konuştun ama duyulmadı, bi hırıltı bi mırıltı seninki, karşındaki kişi konuşmadığını düşünüyor.

konuşsan ne söyleyecektin. şimdi sen de bilmiyorsun.

yazamıyorsun.

zorluyorsun kendini. en azından rahatlarsın biraz. rahatlat kendini. anlat. ben diyebiliyorsun, senin sandığın kişi değilim. kim olduğumu bilmesem de senin sandığın kişi değilim. bir kişi bile değilim. sen de değilsin aslında. evet sen de olduğunu sandığın kişi değilsin.

bunlar değil söylemek istediklerin. bu cümleler değil. konuşamıyorsun. sanki söylenecek hiçbir şey kalmamış. olmuyor diyorsun. olmuyor demek riskli geliyor sana, geride bırakmak istiyorsun çünkü. kapı kilitlensin, defter kapansın, tren kaçmış olsun. olmuyor der demez gözünün içine bakıyor. eyvah diye geçiriyorsun içinden. olmadı diyemeden sen, gözlerimin içine bak diyor sana. gözlerinin içine bakamıyorsun. olmadı işte diyorsun bu defa ama içine, içinden ya da. ya da bi inleme bu. bedeninin ağırlığını taşıyamaz hale geliyorsun. kafan büyük boynun ince. boynun çok ince. gözlerimin içine bak diyor. sanki bu sahneyi daha önce de yaşadın sen. birden fazla hem de. artık bu oyunu oynamak istemiyorsun.


26 Kasım 2016 Cumartesi

blog

neden en çok burdan anlıyorsun beni? ben düz yazı mıyım, beyaz üzerine siyah punto muyum ben, bir kaç bin baloncuk muyum sen için? saçlarım da güzel oysa.

tanıyor olabileceğin kişiler

burada her fırsatta seni karşıma çıkaran sosyal medya, aramızdaki ilişkiyi imkansız hale de getiriyor aynı zamanda. tanıyor olabileceğimi sürekli görüyor olmak, tanışma ihtiyacını ortadan kaldırıyor.

arzu

tatmin olması böyle ikircikli işte. tanıyor olma ihtimalinin hatırlatılması bile arzuyu doyurabiliyor. elbette bir süreliğine.

süre

bir kahvaltı süresi neden esirgenir bir insandan. zaten kahvaltı yapacaksan, birlikte yapardık işte. bu işte bi bit yeniği aramamak budalalık olurdu, hiç dostoyevski okumamışlık olurdu.

sevgili

görüşecek olmamıza nasıl engel olabilir ki uğraşların -eğer o uğraşları birlikteyken de yapabileceksen. sen yanımda duraydın, ya da sen duraydın ben yanına geleydim: sen okurdun, ben de işte okurdum dururdum falan.

gurur

şimdi seni aramama engel olan, ve yarın da aramama engel olacak olan şey.

cool

başımıza bela bir havalılık hali. yara almamak için saydam bir zırh kuşanma.

ben

karşılıklı çekirdek çitliyormuşuz. benim dudağımın kenarına kabuk yapışmış ama bir yandan çok ciddi şeyler anlatıyorum. kafka falan anlatıyorum. sen bir türlü araya giremiyorsun, hem gülesin geliyor. sen öyle güzel gülüyorsun.

kapıda

bir on yıl kaçtıktan sonra ilişkilerden, çok-eşlilik - özgür aşk - serbestlik üzerine uzun vaazlar verdikten sonra, kalplerini kırdıktan sonra bir çok kadının, şimdi bu yol ayrımında, bir karar aldıktan sonra.. bütün bunlardan sonra on yıl önceki halinle karşılaşmak... şimdi kapıdan geçip gitmek istiyorsun ama ı-ıh.. yanlış zamanlama bayım.

uygunsuzluk

iyi ve kötünün ötesinde, iyi ile iyinin karşılaşamaması.. örneğin bir martı ile bir kedi sevebilirler birbirlerini ama sevgili olamazlar.. ve bunun hiç bir oluru yok. üstelik kötü de değil. iyilik de çıkmaz bundan.

hamlet

makyaj yapmıyor olman öyle hoşuma gidiyor ki. kokun bir de. kokunu alıp burnumun ucunda, seni alıp cebimde gezdiresim.

musibet

bir musibet bin nasihatten iyiymiş.

elveda

erken bir veda bu. sana değil. kafamda kurduğum ya da kalbimde beliren (evet bana kalırsa bunların ikisi de bir benim için) şeyden vazgeçiyorum.

kişilik

söylemiştim sana sevgili. kişiliklerimiz heykel misali, vazgeçerek bazı parçalarımızdan bir şekle şemale bürünüyoruz. sayende kim olduğumu daha iyi anladım.

elveda

elveda açıklık, yaşasın kinizm.

16 Kasım 2016 Çarşamba

dedesinin mezarına yaklaşık beş, babasının mezarına yaklaşık iki metreye gömdüler cansız bedenini. babamın mezarından daha büyük olmasın benim mezarım diye buyurmuştu babası. bu yüzden dedesinin mezarı en büyük, babasınınki ondan küçük, kendi mezarı en küçüğü. doğduğu, büyüdüğü, evlendiği, yedi çocuk büyüttüğü eve yaklaşık elli metre uzaklıkta bu mezarlık. yedi ceddi çürüdü gitti toprakta. çocukken, toprak henüz çekmemişken bedenini, kemikler bulurlardı mezarlığın etrafında. bu kemiklerle oyunlar oynarlardı. o kemikler ki vakti zamanında yüz kiloluk ataları ayakta tutmaya yararlardı.

şimdi bu mezarlıkta dua okuyan torun, yani ben, inanmıyorum bile aslında. ellerimi iki yana açtım, ağzımı hareket ettiriyorum sadece. hem eğer bu mezarlar gittikçe küçülmek durumundaysa, beni nereye gömecekler.. en büyük dedem bu durumu düşünüp devasa bi mezar yaptırmalıydı bence. hadi ben gömüldüm diyelim, benim çocuğumun mezarı nolacak?

sahi benim çocuğum olacak mı dersin.. olacak da bir de ölecek mi.. dedem ölmeden önce, hasta yatağında, kaçan kovalanır dediydi, ben de 'bahar noktası'nı anlattımdı ona..
- şekspir mi dediydi bana, şekspir kim oğlum.. sen bizim yazarlarımızı okusana..
- aynı şey işte dede, kaçan kovalanıyor, cool olan kazanıyor.. karizmatik bir ton tutturuyor elin kadını, belli bir maskenin arkasından sevdiriyor kendini sana..
- arabeske kaçma oğlum dediydi bana, arabeske kaçıyorsun, kaçma.. bak dayın arabesk yaşadı, dişçiye para ödemekten anam ağladı..
- ne dişçisi dede..
- e dövdüğü bekçilerin dişçisi...

çukurova'da doğan güneş biricikmiş gibidir. yani sanki istanbul'da başka, çukurova'da başka güneş doğar. kavurur bu güneş. dedemin mezarına toprak atıyorum. içimde bir iş yapmanın saadeti. dedeme karşı vefa borcumu ödüyorum. güneş anlımın ortasında yazı gibi parlıyor. alnımın yazısı, biliyorum, dönüp dolaşıp bu köye dönüp dolaşacağım, biliyorum, dön babam dönüyorum.

ölüm törenleri ölen kişi geri gelmesin diye yapılır. gömelim ki öldüğünden emin olalım. gömmezsek eğer, geri dönebilir.. nasıl emin oluruz öldüğünden.. bize öldürmek yaraşır..

ben zaten kimi sevsem ölüyor, ölmedi ben öldürüyorum..


11 Kasım 2016 Cuma

''Yazmak tatlı, harikulâde bir armağan, şeytana hizmete karşılık alınan bir armağan.'

kafka

4 Kasım 2016 Cuma

sevgili,

yazmak iletişim kurmak değil direnmektir demişti çok sevdiğim bir hocam, ölmeden önce. 'ölmeden önce' yerine 'yaşarken' deyivermek isterdim ama ne mümkün. kafam hep ölüme meylediyor.

kafka için yazmak nefes almak gibiymiş. geceleri yazmak yerine uyumasını tavsiye eden bir arkadaşına, bu durumda sabah uyanamayacağını söylemiş. aslında söylemiş mi emin değilim. bunu nerede okudum bilmiyorum. belki de okumadım ama böylesini yakıştırırdım kafka'ya. hayalimdeki kafka'nın cevabı bu olurdu herhalde.

yani bizler okunacağımızdan emin olmadığımda daha iyi yazıyoruz gibi geliyor bana. cümleler daha içten dökülüyor sanki. daha kalpten, daha karından. maymunlar karınlarıyla düşünürler ne de olsa. ama okunabilme ihtimali olmadan da motor çalışmıyor. görülme ihtimali nefes gibi.

bütün sermayesi kafası olan bir insanın oyunculuk gibi bütün bedenin kafa kadar kullanılmasını gerektiren bir alana yönelmesi hem çok anlaşılır hem çok anlaşılmaz geliyor bana. çok mantıklı ve çok saçma. ambivalan duygular deniyormuş buna: birbirine karşıt duyguların bir arada yaşanması. yeni öğrendim, hemen sana satayım dedim sevgili.

evet bunu isterim aslında. yeni öğrendiğim bir şeyi hevesli hevesli gidip paylaşmak sevdiğimle. hem de hiç etkilenmeyebileceği ihtimali sereserpe dururken ortalık yerde. kafasına da aşık olmak bir kadının. gözlerine, ses tonuna, gülüşüne olduğum kadar.

aşık olmak isterim ey sevgili.

görülme, bütün bedenini ortaya dökme ihtimali, bir başka karaktere beden-zihinini devretme, yalandan da olsa gerçek olma ihtimali. ambivalan durumlar.

geçmiş maymun yaşantımın çok uzağında kaldığımı düşünüyorum ben de. insana dönüşmüş olduğumu duyumsuyorum içimde. unumu serdim, eleğimi astım. öyle miydi sevgili bu atasözü?!

tek başına gidilen tatillerde tanırmış insan kendini. kendini yaşadığı toplumun parçası olarak kavraması ancak o toplumun dışına çıkınca mümkün olurmuş. bu zaten cepte. bir de duygulanışlar var biliyorsun. arzu var, sevinç var, keder var. iki kişi de tek başına gidilebilir belki tatillere. iki kişi de bir başına olunabilir belki.

tatile çıkalım ey sevgili.

22 Ekim 2016 Cumartesi

kadın

hava piknik için hiç uygun değil. ailecek pikniğe çıktılar. en çok babası eğleniyor. on yılı geride bırakmış köpekleri anneden yadigar. bir bakıma hepsi anneden yadigar diğerlerine. köpek ve baba yağmur altında koşturuyorlar, kardeş arabadan çıkmamış telefonuyla oynuyor. baba, köpek ve kardeş -- hepsi erkek. bu yüzden mi acaba tek bir erkek bile girmedi henüz hayatına. herkes güzelliğine hayran o babasına, herkesin gözü onda o gözünü ayırmıyor kardeşinin üstünden, biraz sonra dizlerine salyalarını akıtacak köpeği -- şu kadının dizlerine yatsam da kafamı okşasa diyen onlarca erkek varken. annesini kıskanıyor, annesinin yerine kardeşine bakıyor, annesi için köpeğinin ömrünü uzatıyor. annem bu kadar erken ölmese babam böyle genç kalır mıydı? ya kardeşim, böyle kapanır mıydı içine? ya ben, başka bir aileye annelik eder miydim o zaman?

baba
hava yağmurlu. piknik için ideal. bu oyunu oynamaktan yoruldum sanırım. on yıldır köpeğimle birlike koşuyoruz. bizim de diğer aileler gibi mutlu olabileceğimizi başka nasıl hissettirebilirim çocuklarıma? annelerinin ömrünü ömrüme kattığımı mı düşünüyorlar şimdi? yok canım daha neler. neler geçiyor kızımın aklından? ne zaman erkek arkadaşıyla tanıştıracak beni? yok tanıştırmasın. oğlumla evlensin. yok daha neler. sus aklım sus. kimse kimseyle evlenmesin. böyle iyi. biz iyiyiz böyle. gidip oğlumu arabadan çıkarırım şimdi. başta itiraz eder ama heveslenir sonra. ailecek ıslanalım yağmurda.
köpek
allahım en sevdiğim. yıkanmaktan nefret ediyorum ama yağmur, ohh, ellerim ayaklarım çamurun içine batacak şimdi, toprak kokucam üç gün boyunca. ekrem yine koşmak isteyecektir, onu kıramam. bir süre koşarız yoksa evden çıkmak bilmiyor. aysel gittikten sonra iyice içine kapandı. aysel'i çok özledim ama ölümden kaçış yok. beş altı yıl sonra ben de ölücem. toprağa girmek güzel olacaktır. tuvaletimi yapmak için beni evden çıkarmalarını beklemicem en azından. yağmur duracak gibi, biraz yoruldum. eyvah, ekrem serhat'ın yanına gidiyor, serhat daha da nefret edecek babasından. şahika nerde? oooof of! gördüm orda işte. gidip dizlerine yatayım biraz. bu kadının aşkı beni öldürecek.
oğul
benim için fark etmez. arabadan çıkmicam sonuçta. bir adam var, ablamın instagramdan fotolarına beğeni atıyo sürekli, onu stalklıyorum. yakında bi firesini bulur yetiştiririm ablama. sırf adı şahika diye aşık oldum bi kıza. ablam daha güzel ama. ablam hiç şeyaptı mı acaba. töbe bismillah. eyvah babam geliyor, yüzündeki bu sırıtıştan nefret ediyorum. anne, daha eziğini bulamaz mıydın?

20 Ekim 2016 Perşembe

kişiliği heykele benzetiyor. önce malzeme yığılır, o malzemeden azaltınca geriye heykel kalır. heykelin bir tavrı bir duruşu vardır. kişilk de o misal, azala azala.

3 Ekim 2016 Pazartesi

sürekli tehlike altında olduğundan hiç tehlike yokmuş gibi yaşıyor. 'oralara' girmekten korktuğundan böyle hiçbir şey umrunda değilmiş gibi sanki. küçücük boyun eğmenin kocaman mağlubiyetle sonuçlanacağını çok iyi biliyor. ufacık bir ödün verse, biliyor, tepetaklak gideceğini.

16 Mayıs 2016 Pazartesi

şöyle başlıyor hikaye:: kahramanımız şöyle düşünüyor: acaba bu kadar insan tanımasam daha mı mutlu olurdum? daha mı az hırpalanırdım? bu kadar etki, tek bir beden üzerinde, bedenimin gücü yeter mi bu kadar göze?

sosyal olmak, olabilmek demek, kapalı olmak demek oysa. sosyallik samimiyetsizlik gerektiriyor, ezik demesinler diye cool takılmayı gerektiriyor.

peki ya sakınmadan, risk alarak kendisini bir başkasına açan, bir başka bedende, başka bedenlerde imkan arayan insan? sistemin içinde kıyısında kenarında ortasında bir çatlak yaratmıyor mu o?

'ıssız adam' ve 'kaybedenler kulübü' vb. işlerin şöyle bir zararı oldu: artık ilişkisizlikle çok eşlilik aynı şeyler (gibi görülüyor). çok eşli olmak için en az bir eşe sahip olmak gerekiyor, sonra en az bir ikincisine. eş olmak gerekiyor, ilişki kurmak, sorumluluk almak. hiç bir bağ kurmadan çok insanla yatarak çok eşli olunmuyor.

şöyle bitiyor hikaye: kahramanımız ilişkiler üzerine konuşmaktan çok sıkılıyor.

14 Nisan 2016 Perşembe

en sevdiği özelliği kendiyle dalga geçebilmesi. "sen kendinle dalga geçebiliyorsun bence bu bir erdem sonuçta, bu benim fikrim" demişti bir arkadaşı. normalde bu cümleyi çok önemsemez, 'bu bir erdem sonuçta' cümlemsisi nerden baksan can sıkıcı. neyin sonucunda mesela? hem cümleye bence diye başlamıştın, senin fikrin olduğunu neden tekrarladın? zaten söyleyen de sensin, tabi ki senin fikrin. ama söyleyen, yani kadın, çok güzeldi. fiziksel güzellikten bahsediyorum. "ya, nasıl mesela?" diye sordu adam kadına, güzel bir kadın tarafından biraz daha övülmek istiyordu. "ne biliim işte" dedi kadın, "boşver nasıl olduğunu, o kadar da sorgulama yani hayatı". kadın klişe gibi duruyor ama değil, aptala yatmayı öğrenmiş zeki kadınlardan.

kendiyle dalga geçebilmesinden başka özelliği olmadığını kabul edeli tam bir yıl oldu. o zamandan beri hayatı da sorgulamıyor. zaten hayat bir şekilde üzerinden geçip gidiyor. hayat bu, biz izliyoruz, o geçiyor. hayat biraz boğazdan geçen o kocaman kuru yük gemilerine benziyor.

5 Kasım 2015 Perşembe

adam kadını seviyor sevmesine ama olamaz hiçbir şey
kadının sevgilisi
adamın can dostu
ölene dek.

kadın da adamı seviyor.

10 Ekim 2015 Cumartesi

"gölgen yok senin, ayak izlerin yok
neden mi? acılar barınmamış ki sende
mutluluk yok, mutsuzluk yok."

bir arkadaşımın öldüğünü öğrendim biraz önce. öldürüldüğünü, yakıldığını, parça parça edildiğini. kim olduğunu soracaksınız. ismini versem mesela, ne sıklıkla görüşüyordunuz diye sorar mısınız. ne kadar yakındınız. seviştiniz mi mesela. yok o kadar ileri gitmezsiniz. içinizden geçirirsiniz olsa olsa. (-a ah kadın herhalde) peki ona üzüldün de niye başkalarına üzülmüyorsun diye sorar mısınız.

hikayesini bilmediğin insan düşmanındır. kendi hikayesini iyi bilir insan. insan kötüdür ama kötülüğünün farkında olan insan yoktur. her zaman gerekçesi vardır o kötülüğün. haklı bir gerekçe. hdp binasını yakmaya giden adam, ülkeyi mikroplardan temizlediğini düşünmektedir. bir ötekinin hikayesini öğrenince tanıdık olur, arkadaş olur, dost olur, sevgili olur, yoldaş olur öteki. işimize gelmez öteki bellediğimizin hikayesini öğrenmek. kürtlerin hikayesini öğrenmek işimize gelmez. ermenilerin hikayesini öğrenmek işimize gelmez. hayatımızdan bir düşman eksiltmek korkutur bizi. ötekisiz kalmak istemeyiz.

kırılmış kol, parçalanmış ceset, oluk oluk kan görmeyen için, yanık et kokusu almayan için 'ankara katliamı' asla bir katliam olmayacak. yüz kişi ölmüş ya da iki yüz. 1 yerine 2 yazacak gazeteler. akşam 'milli' maç izlenecek. atılan iki gole büyük bir coşkuyla sevinilecek. o sırada, inatçı bir kürt, hastanenin önünde nöbette, terk etmeyecek, barış sevdasından vazgeçmeyecek, sevgilisinin bir parçasından kimliği tespit edilecek. ölümden geriye beden bile kalmayacak. işte o insanlar için katliam hiç bitmeyecek. yine o sırada, bir lise öğrencisi, patlama anı görüntülerinin üzerine müzik koyacak, 'remix' yapacak, kötülük bulaşacak, yayılacak.

halkımız onurlu falan değildir. olsa olsa kurnaz denilebilir. şark kurnazı -klişeler doğrudur ne yazık. fransız bir filozofa göre doğu batı ayrımı belirsiz olacak, fransadaki türk aydın içinse bir o kadar belirgin. insan ancak fark üzerinden anlayabilecek. başını kuma saklayanlardan tiksinebilmek için, başını kuma saklamayanlardan olmak gerekecek. halkımız onurlu falan değildir. ne mutlu ki halk denilen şey homojen değildir. halkımızın içinde benden çok daha onurlu, çok daha cesur, çok daha inançlı..

ulus diye bir şey yoktur. ulusal yas diye bir şey yoktur. ölen insanlar vardır, yakını ölen insanlar vardır, dava arkadaşları ölenler vardır. ulus, putinin erdoğanı arayıp sabır dilemesidir. ulusumuzun başı sağ olmasın, gebersin, allahından bulsun -varsa eğer.

yüz arkadaşımın öldüğünü öğrendim bu gün. gölgeleri, ayak izleri, kokuları bizimle.

14 Eylül 2015 Pazartesi

yalnızca sevgilimi değil, kardeşimi de kaybettim ben
kaç acı birden imtihan etti beni
bir tek gece vardır insanın hayatında
ömür boyu sürer nöbeti
bu da öyleydi,
iyi ol, sağ ol, uzak ol
ama bir daha görme beni
söktüm atımı söğüdün gölgesinden.
şimdi yol benim
otların sesiyle kaplı kalbimin
yeniden..
(bir küçük montaj - b. keskin ve m. mungan affetsin beni)

13 Eylül 2015 Pazar

adam bir anlığına karşısındaki kadının gözünde diğer bütün adamlardan hiç bir farkı olmadığını fark ediyor
acaba diyor adamlar bu yüzden mi kıskanır kadınları
diğer adamlar olmasa bile
o adamlardan farkı olmadığını fark ettiğinde tam
başka bir adam olmasa bile
bu yüzden mi soruyor başka bir adam mı var diye
"başka birisi mi var"

kadın bir başka birisine de öyle bakardı herhalde
adamın gözünden hızlı hızlı fotoğraflar geçiyor
kadın adama bir öpücük atıyor
kadın sakallı bir başka adama da öpücük atıyor üzerinde başka bir kıyafet var
bunlar hep yakın plan, göğüsten alnına kadar kadının
kadın adamın karnına uzanmış
kadın sakalsız yaşlı bir adama atıyor aynı öpücüğü

kadın uyudu
adam bunları düşünmede

23 Ağustos 2015 Pazar

kadın adamı çok önceden sevmiş. adam şöyle düşünmekte: ben çok severim sevmesine ama bir kişiyi değil. ben şimdi seni severim, yarın yine seni severken bir başkasını da severim. sen de sevsen keşke ben sevdiğin gibi bir başkasını.

kadın yas tutmada. sevecek kadın çok da iş adam bulmada. yoksa ben de severim çok, çok kişiyi aynı anda. ama iş adam gibi olmayan adam bulmada.

babasından yaralı kadın. 'babamız bizi sevmedi.' adamda nerde o cesaret; babasının açtığı yaraları kapatacak. olsa olsa diyor yara artırırım ben de. uzak durayım o halde.

kadın gururlu. isteğini içine susacak kadar gururlu. yola gelmez güven olmaz bir adamı muma çevirmiş olmanın gururlu gülümseyişi yayılsın isterdi yüzüne, beis görmez dolunayla rekabet etmede.

bir aşk daha bilinen anlamıyla, başlamadan bitti. başka bir aşk mümkün.

14 Haziran 2015 Pazar

mini öykü: çakmak

Sınırını aç susuz yabancılara kapatan bir ülke, kendini anlaşılmaya aç insanlara kapatan bir kimse.. Kendilerini arkadaşlığa aç olanlara kapatan beş kanka, sevgiye aç olanlara kapatan iki sevgili... Sınırlar güvenliğimizi sağlıyor, yaşamı öldüren güvenliği. Güvenlik beraberinde korku getiriyor; kaybetme korkusunu.

Sivas'ta yakılan bir şair, onu gerçek hayatta görmemiş yirmi yaşlarında bir gencin rüyasına girmiş. Gülümsemekte şair, "ateşin var mı beyaz çocuk" demede. Genç uyumakta. İçeriden sesler geliyor; abisi arkadaşlarını eve toplamış -hayata daha kolay katlanmak için- içiyorlar.

Abisini, 'bu adam'ı anlamak güç. Etrafındakiler öyle diyor; seni anlamak güç. Bu durum adamın çok hoşuna gidiyor. Kolayca anlaşılan biri olmak istemiyor. İnsanlar onu anlasın istiyor elbette ama öyle hemencecik değil. Mutlu olmak istemiyor, mutlulukla ilgili fikri bile yok: mutluluk bir durum mudur? - bir hal mi? - bir duygu mu? gerçekten bilmiyor. Yalnız kaldığı zamanlarda hissettiği bir açıklık var, o mu? bilmiyor.

İnsanlar -eğer hayattalarsa- başka türlü vakit geçmeyince bir araya gelip az ya da çok birbirlerine katılıyormuş gibi yapıyorlar. Kişinin kendiyle ilgili fikriyle, dünyanın o kişi hakkındaki fikri arasında uçurum oluyor hep. İnsanın içindeki çelişkiler bu uçurumdan fırlayıp kaplıyor bedeni. Bu adama dürüst gelen bir başkasına küstahlık olarak görünüyor, adamın ikiyüzlülük dediği başkaları tarafından kibarlık olarak değerlendiriliyor, toplumsal nezakete yüz vermeyince burnu havada ve soğuk oluveriyor insan.

Yirmilerindeki çocuk rüyada. Bir damla ter süzülüyor şairin sırtından aşağı doğru. "Sıcak burası çocuk, ama ateş bulamıyoruz tütünümüzü tüttrüecek." Gözlerinde bilgelik, korku, kızgınlık, kibir..

Çocuğun abisi mümkünse kimseyle bir araya gelmiyor. Mümkün değilse, insanlı bir ortama düşmüşse, genelde başını sallamakla yetiniyor. Az ya da çok katılıyor karşısındakine. Sonra içki faslı başlıyor. Adam içtikçe 'az ya da çok katılan'dan, 'hiç katılmayan'a dönüşüyor. Her şeyi o biliyor, her şeyin en doğrusunu. Geçirdiği bu dönüşüm onu kendini dışarıdan izleyemez hale getiriyor. Ta ki onu dışarıdan izleyenlerin bakışlarıyla karşılaşana dek. İşte o anda bedenini bir sıcaklık kaplıyor, yüzünü ateş basıyor, bir damla ter süzülüyor sırtından kalçasına doğru.

Adam sonra bütün dünyaya düşman kesiliyor. Bir anda. Gözlerindeki parıltı içeride, bedeninin içerisinde bir yerlerde bir zafer kazanılacağının habercisi. Bu zafer özeleştiri verecek olmanın, entelektüel birikimini kendini rezil etmekte ustaca kullanacak olmanın sonucunda gelecek olan zafer. Adamı önceden tanıyan iki kişi hafiften utanarak başlarını önlerine eğiyorlar, adam termometre örneğini verecek, zamanı ileri alabilseler keşke. "Termometre odanın sıcaklığının bilgisini verir bize. Diyelim oda yirmi beş derece, termometre yirmi beş dereceyi gösterecektir. Şimdi de termometrenin yanında bir çakmak yakalım (her anlatışında 'çakmak yakalım' doğru bir kullanım mı diye düşünüyor), bu durumda termometrenin gösterdiği değer gittikçe artacak, yetmişlere kadar çıkacaktır. Yani aslında termometre odanın değil kendisinin bilgisini vermektedir bize."

Adam lafını bitirdiğinde kısa bir es oluyor. Adamın hoşuna giden bu es'i yine adam bozacak, diyecek ki, yani biz insanlar da aslında...  Lafını bitiremeden başka bir adam karışıyor söze: "E biz senin yanında çakmak da yakmadık, niye sürekli kendi bilgini veriyorsun bize", başını ve elindeki çakmağı ileri geri sallayarak taçlandırıyor zaferini. Erkekler sık sık şakayla karışık dokundururlar birbirlerine ama odada kopan kahkahanın sebebi bu şakanın komikliği değil. Aksine, herkes bu tespitin komik olmadığını anlayacak kadar zeki. Adam bir sigara yakacak oluyor, çakmağı yok, 'şaka yapan adam'la gözgöze gelip gülümsüyorlar.

Şair fısıldıyor gencin kulağına:

insan usul usul ölmek için gelir dünyaya.
başlar her gün biraz daha insan olmaya.
ve ölürken usul usul ne tuhaf;
aşık olur, kedi besler, isim verir eşyaya.

Gencin gözleri aralık şimdi, içeride çok gürültü yapıyorlar.

11 Haziran 2015 Perşembe

adam bir başına biri olmaya çalışmakta, kadın iki başına tek bir kişi yaratmaya.

adam kendi dünyasına saygı istemekte, başkasının dünyasına saygı göstermekte. kadın kendi dünyasına adak istemekte, başkasının dünyasına adamakta kendini.

adam adamayacak kendini, istemekte ki kimse adamasın kimseye kendini hiçbir sebepten.

kadın herşey boşmuş sonucuna varmak istemekte, adam herşey gerekli aslında demekte.

adam aşka değer vermemekte, aşkı son çare olarak görmekte. kadın aşkta ısrar etmekte, erkeğin aşık olacağı günü beklemekte.

adam dostluğa önem vermekte, kadın dost alelade kimselerle de olunur diye ısrar etmekte. kadın aşka önem vermekte, adam aşık alelade kimselerle de olunur diye diretmekte.

bu iki dolaylı dürüst, karşısındakinin kendisini anlayacağı günü beklemekte. ama kuru kuruya da beklenmez ki. bekleme sırasında bazı olaylar cereyan etmekte.

adamda korku, kadında sitem. peki ya tiyatro?


4 Haziran 2015 Perşembe

"bazen herşeyi ama herşeyi anlıyorum, işte o zamanlar kafayı yicek gibi oluyorum"

11 Mayıs 2015 Pazartesi

bir dakika önce ne kadar seviyorsa onu şimdi o kadar nefret ediyor. daha bir gün önce ne kadar hayrandı ise şimdi o kadar alelade birisi gözünde. bir hafta geçmedi kendi elleriyle çizdiği resmini koynunda taşıyordu, şimdi paramparça ettiği resmini.

ya benimsin diyor ya da benim. sevdiğinin izini arıyor. sevdiğini sevdiği güne lanet. sevdiği bir başkasını seviyor. sevdiği mutlu. nasıl olur. o böyle mutsuzken sevdiği nasıl mutlu olur.

o ona bir gülse hemen hazır yeniden sevmeye. arkadaş olamaz ama, dost olamaz sevdiğiyle. sevgililiğe yapılan yatırım onunla dost olmak; belki bir gün gözü gözüme değer diye, gözünü gözünden ayırmamak. onun için dost olmak; belki bir gün gözü başka bir göze değer belki diye, gözünü gözünden ayırmamak.

sorup soruşturuyor buluyor izini. çıkıyor karşısına:

-ben sevdim seni, diyor, sen banabununasılyaparsın.
-ben sana ne yaptım.
-hiçbir şey yapmadın. sen bana hiçbir şey yapmadın. neden yapmadın. neden yapmadın.
-ben çünkü istemiyorum.
-sen başkasına yaptın bana yapmadığını.
-yapmadım.
-sus yalan söyleme. cevap verme.
-sen değil sorun. ben istemiyorum.
-ben seni anlamıyorum.
-öyle istiyorsun.
-sus artık.

cebinden çıkardığı çakısı. sevdiğinin gözleri kocaman. işte bu defa sevdiği de gözlerini ayıramıyor ondan, sürekli gözlerinden kaçırdığı gözleri gözlerinde şimdi. korkma, diyor, kara toprakla bile paylaşmam seni.

9 Mayıs 2015 Cumartesi

napsın. başkalarının mutsuzluklarından mutluluk çıkarıyor kendine. o da öyle. ne çok hak etti oysa mutlu olmayı. o çünkü öyle seviyor ki sevdiğini. sevdiği biçare ya da onu sevmez, önemi yok. o öyle seviyorsa haklı o. o çünkü çok seviyor. sevmek ne güzel şey.

seviyor, karşılık göremiyor, seviyor.

seviyor, karşılık görüyor, o karşılık vermiyor, seviyor.

o sevmek ama kavuşamamak istiyor. sevsin ama kavuşamasın. kavuşmasın sevenler, kavuşmasınlar ki yıldıztilbe dinleyebilsinler.

vazgeçti herkesin sevdiği insan olmaktan. e çok yorucuydu diyor soran olursa. karakteri nedir, neyin nesidir bilmiyor. olsun.

kenanevren ölmüş mutlu oluyor. olsun.

5 Mayıs 2015 Salı

öldürülüyorlar. öldürülmeyenler yürüyorlar ellerinde kırmızı bayraklar, öldürülenler ölümsüz olsunlar diye. ölüm geriye kalanlar için. bu yürüyüşlerse yaşama yönelik. daha fazla ölen olmasın diye ölenleri ölümsüzleştiriyorlar. ölenler ölümsüzleşirse eğer daha fazla insan öldürülmez diye düşünüyorlar. 'ölümümün doruğundayım ey neslim, unutma beni.'

17 Nisan 2015 Cuma

her fırsatta bir araya gelen göğüslerin
dudakların her fırsatta uzaklaşan birbirinden
senin haberin yok
neler neler yapıyorum halka açık fotoğraflarınla

hayyama ne ettiyse şarap
bana da onu etsin
allahımdan değil
insanımdan bulayım

15 Nisan 2015 Çarşamba

biz her ne yaparsak yapalım
sana ağlaşarak veda ediyoruz geceye.
kahkahalarımız gözyaşı olup,
mezarında açan çiçeğe Can oluyor.

24 Mart 2015 Salı

sen gözlerime bakmaya kıyamıyorsun
nasıl alelade biriymişsin gibi davranırım sana.
yaklaşırken bana,
kokundan önce kalp atışını duyuyorum ben.

21 Mart 2015 Cumartesi

her defasında aynı suçlamalarla karşılaşacağını bile bile başlıyor insan. bir başkası için değil, kendisi için. hayır kurumu muyum ben. sosyal sorumluluk projesi mi.

dürüstlük genelde tahrik edici, böyle geçiriyor aklından. ergenlere tavsiyeler düzüyor: "dürüstlükle ilişkiden hoşlanmadığınızı söyleyin; karşı taraf sizi değiştirebileceğini düşünecek, sizi değiştirmek aşılması gereken bir engel olacak. kariyer basamaklarından biri olmayı göze alabilirsiniz."

göze almak diyor çünkü karşılık görmediğinde saldıran bir hayvandır insan. saldırının ilki geliyor işte. klişe düşünceler bunlar, kaybedenler kulübü müsün sen, bohem misin arkadaşım.

yok hayır değilim diyor. yalnızca yalnız olmak istiyorum. hepsi bu, hepi topu bu kadar. ne coolum ne bohem.

yok diyecek karşıdaki, sen, sen herkesin aşık olduğu ama kimseye aşık olmayan kişi olma derdindesin. yok aslında hayatta öyle bi amacım. hadi ordan yalan söyleme sen bilirsin kendini. kendimi bildiğim doğru o yüzden netim böyle istemiyorum ben ilişki. defol giiiiit, defol giiiiiiiit, defolllllllllll!

odadan çıkmadan önce pencereyi açıyor; hava dolsun içeri. kapıdan dışarı çıkıyor. sokaklarda yürüyor biraz. fısıldıyor boşluğa: "sessizce direniniz hayata. yalnızlığınıza dört elle sahip çıkınız."

16 Mart 2015 Pazartesi

duruyordu. her fotoğrafta duruyordu. göğüsleri. elbisesinden taşacak gibi, yerçekiminemeydanokurcasına göğüsleri, her fotoğrafta aynı yerinde duruyordu.

onun kadar güzel olmayan arkadaşı, ondan çok daha rahat gülebiliyordu. çokdagüzelolmayanyakınarkadaş ağız dolusu gülüyordu. oysa yerçekiminemeydanokurcasına tebessüm etmekle yetiniyordu.

ah bu kadınlar. biz kadınlar.

varolun.

13 Mart 2015 Cuma

hep kalmak istediği bi ev vardı. hep yaşamak orda. ne güzel olurdu. çocuk bile yapar. içinde bi adam var. o adamı çok sever. severdi.

kadın bi gün o evden dışarı  çıktı. gece vakti. bir daha dönmeyecek.

kendisini hiç o kadar özgür hissetmemişti.

10 Mart 2015 Salı

sosyal hayattaki başarı onun için mesele etmeye değer değildi zaten.

erkekler etrafında pervane. onunla iletişim kurmak isteyen dostlar yük sırtına.

o. o başka yerde.



ah. bilmiyor ki.

5 Mart 2015 Perşembe

bir çocuk daha doğdu bugün
isteklerini gerçekleştirememiş biri solcu diğeri de solcu anne babanın çocuğu

hiç istemeden bağlama çalmayı öğrendi
küçük yaşında istemediği kadar kitap okudu sonra

sonra solcu olamadı
kariyerist de olamadı sonra

sonra
sonra babasına türlü yalanlar söyledi
geceleri evden kaçtı hatta
napsın

o şimdi dışarıda
babası uyuyor


4 Mart 2015 Çarşamba

26 Şubat 2015 Perşembe

nefret.

bunlar yalan söylüyor. geleceğim diyen gelmiyor. kendi ilişkisini düzeltmek için seni bahane ediyor. hayatla olan ilişkisi, sevgilisiyle olan ilişkisi, babasıyla olan ilişkisi, dostuyla olan ilişkisi. kıskanç bunlar. kıskanıyor. oysa sen. sen öyle mi düşünmüştün. çok geliyor bunlar. yalan çok.

söylemesem duramazdım. bi itki oluşmasaydı içimde, bir kıpırtı. dürtü.

anlamamana sevindim. anlasan kıçım açıkta kalırdı. kıçım güzeldir, severim.

ne zor şey içindeki anlamsızlığı başkaları için de anlama sahip olacak şekilde dışavurmak. ulan anlam yok demek yetmiyor işte. yetmiyor yeni yetme ergen edebiyatı.

ne çok yanıldın insanlar hakkında. ne safsın sen. sen ne safsın sen.

şimdi her hafta koynuna giren dört farklı adam, dördü de yakışıklı, dördü de ölür sana.

oysa sen. kadın. sen şimdi ne istiyorsun? sen ne istiyorsun?

terin damladıydı halıya, göz göze gelmekten korktuydun o anda, gözlerine baksan bi dünya içine düşmekten korkarsın, ne çok sevdin ne çok insanı aynı anda. seni gidi kadın, ne adamların parmağına takmaya çalıştığı yüzük başkalarının avcunu soğutuyor şimdi.

okuduğundan beri o kitapları, sen izledin ya o filmleri mutluluk haram sana.

ah ki ah. ölürüm. ölmeyim. yaşamayı seviyorum.


19 Şubat 2015 Perşembe

hafif entelektüelin ergen atarı:

cinsiyetin ikiye indirgenemeyeceğini, 5'e 6'ya 13'e çıkarmanın da aynı hataya, descartes'ten miras kalan ikicilik düşüncesine düşmekten bizi kurtarmadığını biliyoruz. içsel ilişkiler felsefesinden, ollman'dan haberimiz var. cinsiyetin bir oluş olduğunu, farklı hallerde farklı bünyelerde farklı şekillerde belireceğini düşünüyoruz biz de. queer tahayyül isimli kırmızı kitabı da okuduk. sorunun kültür sorunu olmadığını, kapitalizm ve faşizmle bağlantısını görüyoruz. liberal falan değiliz hamdolsun.

laf sokma, küçümseme, bilgi yarıştırma gibi konularda tayyipten aşağı kalır yanı yok okur yazar kısmımızın.

16 Şubat 2015 Pazartesi

müzik. dans. baygın gözler, göz süzmeler, iki düğmesi açık gömlekler, boyunlarda ter, kalçalar döner, dudaklar parlak, ne çok ter, iç çamaşırı belli eden tişörtler, arzu eden bakışlar, kıskanç bakışlar, ne çok bakış, kalemler, rujlar, ojeler. sakin. karizmasını darmaduman edenler, karizmasını muhafaza edenler, muhafazakar devrimciler, öpüşler, öpüşmeler, oynaşmalar, lakırdılar, ne dedinler, duyamıyorumlar, karmaşadan zevk alanlar, ne çok zevk.

'çok da güzel olmadığı için çok rahat hareket eden kadın arkadaşı'na sevgi dolu-y-muş-gibi baktı. bakışında sevgiden çok acıma vardı. 'çok da güzel' olduğu için, 'çok da güzel olmayan arkadaşı' kadar rahat hareket edemiyordu. güzellik onun başına bela. kendisi kadar güzel olmayanları ne çok küçümsedi. ne çok acıdı da onlara, ne çok sarıldı, kendisi kadar kadın olmayanlara. kendisi kadar güzel olanların ne çok buldu eksiğini..

ah bu biz, kadınlar, biz de az değiliz.

az olmayalım tek, çok olalım. çoğalalım.

28 Ocak 2015 Çarşamba

napıyorsunuz. napalım vakit geçiriyoruz. vakit geçirme oyunu oynuyoruz. solcuyuz biz. solcu olmaya çalışıyoruz. öz eleştiri veriyoruz. zaten biz solcu olmanın tek bir faydasını gördük. güzel insanlar tanıdık solcu olunca. o güzel insanlar sürekli öz eleştiri istiyor bizden. biz de öz eleştiri veriyoruz. küçüğünden büyüğünden burjuvalık ediyoruz ama hiç burjuvalık etmiyormuşuz gibi yapıyoruz. biz zaten hep mış gibi yapıyoruz. ama bunu tabi saymak gerekir. sonuçta işin doğalında var bu. doğalu bı.

12 Ocak 2015 Pazartesi

tiyatroda şöyle bi iddia var: bir karakterin ne istediği ve ne yaptığı metindeki cümlesinde şifrelidir. yani metne baktığımızda Ahmet bunu söylerken ..yı istiyor ve .. yapıyor diyebiliriz. ancak 'nasıl'ını bilemeyiz. nasılının keşfedileceği yer sahnedir. böyle çalışıldığında sahne belirmeye (sahne çıkmaz) başlar. her oyuncunun nasılı farklı olabilir, bu nasıl aynı oyuncu için oyundan oyuna değişebilir, anlam sabit kalacaktır. sıkıntı yok.

hayatta da böyle sanırım. düşüncelerimiz ve eylemlerimiz benzer de görünse, bunları dışavurma tarzımız bizi belirleyen şey. aynı düşüncede/eylemde (örneğin aynı eylemde, diyelim bir sendikanın eyleminde) olduğumuz biriyle fersah fersah uzak hissederken, düşünce ortaklığı olmayan biriyle (pis bir burjuvayla(!) örneğin) birden yakınlaşıveriyoruz. ses tonu, bakış, gülüş...

mutsuzluğunu yakın oranda kabullenmiş iki kişi bir başka örneğin, tadından yenmiyor. ne bir yardırma var orda ne ittirme. olduğu kadarına razı gelinmiş. mutlu olmayana cüzzamlı muamelesi yapan, çoğunluğu mutsuz bir toplumuz. mutlu olmadığını gizlemeyene üzülmekten tuhaf bir keyif alan mutsuz bir toplum. bireysel mutluluktan bahsetmeye utanana akıl vermekte usta bireysel mutsuzlar toplumu. başka şekillerde de ifade edilebilir.

gelin biz bu mutluluk takıntısından vazgeçelim. neyse o diyelim. geldiği yerden oynayalım. belki o zaman mutlu oluruz.

yine de spinoza-niçe-dölöz üçlüsüyle haşır neşir arkadaşlarımın neşeli olma çabasını takdirle karşılıyorum, puslu gözlerinizden öperim.

3 Ocak 2015 Cumartesi

ağız dolusu gülen kadın, dil çıkarır gibi bütün insanlığa, siz beni diyor güldürmediniz ya yıllardır, alın işte size. alın size ağız dolusu kahkaha, güldürmediğiniz zamanlara sayın. beni çok üzdünüz.

16 Aralık 2014 Salı

insan zihni bazen normalden daha hızlı çalışır. yazabileceğini bile düşünür insan. hayrete düşüren bir şey vardır mesela. bir an. yalnızca bir an. örneğin iki kişinin çok mutsuz oldukları her hallerinden belli olabilir. bunda bir kötülük de yoktur. insanı hayrete düşüren an, her hallerinden çok mutlu oldukları görünen iki kişinin mutsuz olduklarını açık eden andır. önemli olan görüntüdür çünkü. insan nasıl göründüğüyle ilgilenir ne olduğundan çok. işte böyle anlar o kadar çoktur ki hayatta, zihin hızlı çalışmaya başladığında geçmişe doğru gider. o anları tek tek çıkarıp arka arkaya sıralar. işte böyle anlarda, yazabileceğini bile düşünür insan. onu yazmaktan alıkoyan gerçekliktir. gerçek isimler bir anda sıradanlaştırır durumu. fazla gerçeklerdir çünkü. vereceğiniz örnekler yüzeye fırlatır sizi. işte böyle anlarda insan yazamayacağını anlar. yazmak için siz siz olmakla yetinemezsinizdir, siz artı bir başka birisi daha olmalısınızdır.
Siz, tarih düşkünü tarih sefilleri
Bir kedi mi kulağınızdan çekmeli?
Ne dünya sizin, ne de tarihi.

12 Aralık 2014 Cuma

ne korkunç bütün bu olanlar, hem sekiz gündür göstermedi yüzünü güneş.

kafede. çay istiyor. napsın. öyle avutuyor kendini. bir kadın belirdi karşısında. ayakta dikilmiş ona bakıyor. gözlerini kısmış, başını çenesi boynuna yaklaşacak şekilde öne eğmiş: tanışıyor muyuz bakışı bu, bayım ben sizi bir yerden tanıyor olmalıyım. konuşası var gibi kadının. aman canım nerden çıktı şimdi bu. her halinden belli mutlu bu. sen de mutlu olmalısın diyor gibi bakıyor bu. ve bu, beklenen girişi yapıyor:

- yine çatmışsın kaşlarını, düşünme bu kadar

göz göze sessizlik. bir çok soru geçiyor adamın aklından. neden düşünmeyeyim demek istiyor mesela, düşünmeyeyim de ne yapayım. hem niye hepiniz sözleşmiş gibi aynı şeyi söylüyorsunuz bana. bir de kim bana bunu dese azıcık bir süre geçtikten sonra hüngür hüngür dert anlatmaya başlıyor bana. bana. hem sen niye mutlusun böyle. manyak mısın da mutlusun nedir bu böyle.

kadın sessizlikten rahatsız oluyor. "alooo" diyor, "sana söylüyorum şaşkın, düşünmekten burnunun dibini görmez olmuşsun. bir kere de mutlu görelim seni."

- neden?

bir zamanlar mutlu olma hayalleri kurardı o da. şimdi mutluluk lafı bile tuhaf geliyor. 'böyle bir dünyada ben nasıl mutlu olurum' gibi değil. soru bu değil. böyle bir dünyada zaten mutsuz oluyor insan. hesap kitap değil yani. oluyor, öyle oluyor.

- kafka bir söyleşisinde, 'kafka kadar yalnızım ben' demiş. duymuş muydun bunu? ben de kendim kadar yalnızım işte. yalnız da değil kimsesiz. sen iyisin tabi, yalnızlık falan. ben kimsesizim diyorum sana, kimsesiz!

konuşma nasıl buraya geldi? kadın neden söyledi bunları ona? neden ağlıyor? ne soru işareti ne merak vardı önce. kadın mutluydu, adam mutsuz. kadın ağlıyor şimdi.  adam kadına, "düşünmesen bu kadar" diyor, "kafanı dağıtacak bir şeyler yapsan". kadın isyanlarda.

- neden siz böylesiniz? siz erkekler neden böylesiniz? neden bizim sorunlarımızı çözmeye çalışıyorsunuz? ben böyle mutsuzken mutluyum işte. hem sanane. düşünemeyim de ne yapayım? gidip evlenip çocuk mu yapayım? hem sanane.

garson bozuyor sessizliği. "dört farklı bitki var içinde, sinire strese iyi gelir, organiktir. bal arzu eder misiniz?" kadın ve adam organik çay içinde süzülen balda bakışıyorlar uzun uzun.

8 Aralık 2014 Pazartesi

tam bütün sorunlarını halletmiş mutlu olacaktı
öldü

ama iyi sabretti
her şeye karşı değilim.
eşitlikten, dayanışmadan, özgürlükten, azınlık olmaktan, azınlıklardan yanayım mesela. merak edenin, sorumluluk hissedenin, cevap verilebilir olanın, başkalarına alan açabilenin, serbest olanın, yanlış yapabilenin, kendini tek bir cinsiyete hapsetmeyenin, verili olanla yetinmeyenin, cinslerin, değişiklerin, kafka'nın, farhadi'nin, benjamin'in, işçi sınıfının, çevrecilerin, lgbtilerin, sade yaşayabilenlerin, rakı içenlerin, şarap sevenlerin yanındayım.sokakta gördüğü kedi kucağında gecenin üçünde eve gelen sarhoşu, herkesin koşturduğu sokakta yavaşça yürüyen yaşlıyı, çok ses yapan öğrenci komşularına güler yüz gösteren teyzeyi, önüne atılan parayı yırtıp atan göçebeyi, saol cnm gerek yok diyen kadını, sımsıkı sarılanı, inatla işe girmeyeni, kimsenin önünde eğilmeyeni, eğilirken sessizce osuranı severim. oyunbazlara, dans edenlere, horon vuranlara, evinde kek yapıp arkadaşlarına getirenlere, veganlara, gezginlere, kedilere, kedi sevenlere bayılırım.
bunların karşısında olan fakat farkında olmayanların kendiliğinden karşısında buluyorum kendimi. ben onlara karşı değilim yani, biz karşı karşıyayız.
"beni artık hücre çoğaltmaktan da yargılarlar
zahir"

2 Aralık 2014 Salı

sen şimdi gururlanırken kendinle
akranların sevişmekte
bir kahkül bir çift esmer göz
haz veremez kendi kendine

24 Kasım 2014 Pazartesi

insanların unutuyor olmaları
temas
insan ancak ilişki kurduğunda
inan
ancak o zaman
gerçek

bir canlı ki şu dinyada
sevgini rahatça akıtasın
o ancak
insan olmayan
dil kullanamayan

isyan et
redDet

gencecik bu çocuklar

yürüyelim
yürüyelim

aşk tükenmez
hep hatırla

22 Kasım 2014 Cumartesi

asıl saçma olan, bunca insanın her birinin gerçekten bir amaç için dünyaya gelmiş olduğuna inanmak. buna inanabilmek bile mesele.

20 Kasım 2014 Perşembe

ödül töreninde. neden yapıldığı meçhul konuşmaları sabırla dinliyor. onur konukları kendi anılarını anlatıyorlar. salonda utanç duygusu hakim. "lafı fazla uzatmayacağım." ödüller. ödüllerle arası yok hiç. aslında yönetmen bile değil. isimsiz ölebilmiş kişilerin şanslı olduğunu düşünüyor. ün kötü bir şeydir, popüler olmak kötüdür. insanlar sana hayran mı oluyor, hemen sana acımalarını sağla. hem gözlerinden düşersin hem daha çok severler seni. daha ne!
ödül alan filmleri kısa kısa gösteriyorlar. bu festival güzel festival, diğerleri gibi değil. kısa da olsa kısa filmlerden kısa kısa gösteriyorlar. olsun. gösterilen kısımlarda kürtçe konuşuluyor hep. muhalif çevre içinde azınlıktır sünni hetero türk erkeği. eksiklik ve suçluluk bırakmaz peşini. azınlık arkadaşları tarafından engel görülür doğuştan gelen kimliği. sinema yapıyorsa bir de, ilk filminde beklentileri karşılamalıdır, kendi istediği filmi çekmesi için önce en az iki tane malum çevre tarafından onaylanacak işler yapmalıdır. olsun, ne kötülük var bunda. kötü değil ya.
ödül alamadı. başkasına verdiler. bir başkasına. hani ben bir başkasıydı. neyse.
jüri kalp kırmamak için iki tane de özel ödül veriyor. bir çeşit avuntu. ödülünü almaya çıkıyor yönetmenler. mikrofonu ikisinin arasına uzatıyor tok sesli sunucu. takım elbiseli tez canlı yönetmen ani bir hareketle kapıyor mikrofonu. "ekibİMe teşekkür ederim" diyor. "geçen gün yine festivaldeyim, babamla konuşuyorum. dedim ki baba ben şuan ikinci öneme sahip festivaldeyim. birincisi gelecek ay..." uzatıyor konuşmayı. belli ki ileride bol bol onur konuğu olup bol bol uzatacak lafı. sonra diğer yönetmen alıyor mikrofonu: "ödülü öldürülen işçilerin ailelerine ve rojavada onuru korumak için savaşan insanlara adıyorum". sessizlik. alkış.
bizimki ikinci yönetmenin söylediklerinden çok birincinin küçük düşmesiyle ilgileniyor. kendi kendine:
-ne işin var senin burada?
-ne demek ne işim var, ödül töreni işte.
-neden gönderdin filmini, göndermeyeydin.
-e işte insanlar izlesin. izlensin. ödül alırsa daha çok festivale kabul alır, daha çok insan izler. hem insanlar ödül alan filmleri izler, ödül aldıysa daha çok beğenir.
-buraya neden geldin? madem bu kadar küçümseyecektin burada olup biteni, neden geldin?
-ne yapabilirim? küçümsemezsem eğer, kıskanıyorum.

14 Kasım 2014 Cuma

bilmeyecekse bile hiç bir kimse beni
ne önemi var canım
şarap içiyoruz ya
kırmızısından

13 Kasım 2014 Perşembe

ben biliyorum ya yalan bütün bu olanlar
yalandı mesela
senin beni sevişin
gündelik konulardı
akla gelen

sade, şefkat, görümce

usulünce

biz şimdi kelime bulamaz olmuşuk
ne söylesek ortaya
sahiplenir bir ademden olma havvadan doğma

ki sümme haşa
dindar değiliz

ne bilem
sarte mı diyem
genet mi diyem
yoksa camus mü

yoksa mü'nün altını mı çizem

kafka'm
sevgili kafka'm
iyi ki vardın
var'olasın
avuntudur aslında
tek tek eşliler

ben şimdi aynada
kendimle göz göze
inan art niyet yok içimde
sen kendi gördüğüne aşıksın

ne yana baksam hüzün
istemiyorum ben artık
organlı bir beden

5 Kasım 2014 Çarşamba

taksiciye dur dedi. dur taksici, dur. bekleyeceğiz. bir süre bekleyeceğiz.

bir süre bekleyen taksici, nedendir bilinmez mutludur. taksimetre çalışmamaktadır, kazanılan para artmamaktadır, ama taksici mutludur. çalışmaya devam ediyor hissi baskındır belki onda. çocukularına oyuncak, hanımına ekmek parası götürmektedir. taksici çalışmakta.

sağ tarafında beliren kara kuru çocuk umrunda değil taksiciyi durduran adamın. istanbul sokakları bi tuhaftır. gecenin bi yarısı yürüyorsanız eğer, kulağınıza kainatın sırrını üflüyor gibidir kahpe istanbul. puffff...

o ışıklar. boş sokaklar. karşıdan gelen biri erkek diğeri kadın bir çift, ürker kara kuru çocuktan. taşralının kaderi yüzünden okunur. dünya vatandaşı olduğunu iddaa etse de nereliyse oralıdır o.

battaniyeyi tırnaklarıyla çekiştiren kedi hüzün verir insana. beyhude bi çabanın ortasındadır. kendisi siyah, battaniye siyah ve beyaz. şimdi yattı, yattı da huzur buldu. kendi içine kıvrılan bi dünyadır kedi.

erkekler. ah o erkekler. bi anlayabilseydi. bi anlayabilseydi bu erkekleri. mutluluktan ağlayan kadın, kuru mamaya ulaşmış kedi gibidir. yakında yaş olanını isteyecek o mamanın.

düşündü. böyle erotik şeyler yazıyorum diye asacaklar mı beni diye.

birisi tuttu eskisinin yerine yenisini koydu, birisi babasının yerine yenisini, diğeri meçhule doğru bıraktı da kendini... şimdi hepsi pişman...

kadınları değil de kedileri sevdi, kadınların değil kedilerin anladı dilini, bu kara kuru çocuk... bu kara kuru kedi... gitme, gitme kedi.. önce adaş dedesi terk etti bu çocuğu, sonra abisi.. gitme.. etme..

...

sen şimdi çok uzaklarda, öyle bi uzak ki aslın.. kokun.. o hala burada..

ben şimdi ağlamıyorum ya, o yine dönsün dolaşsın, bana girsin.




26 Ekim 2014 Pazar

şimdi fark ediyorum ki ben
senden ayırınca kendimi
yitirdim uzuvlarımdan birini

kalanlarla devam edecez elbet de
yani ne gerek vardı

30 Eylül 2014 Salı

kuşa niye kanadın var diye sorulmaz
balık yüzgeçleriyle uçamıyor diye balığa küsülmez
"kuş balığı sevebilir belki ama
nereye yuva kuracaklar"

böyle durumlarda en iyisi
balığın kuştan kuşun balıktan bir şey beklememesi
ya da
kuş kendi yoluna balık kendi

26 Eylül 2014 Cuma

saçlarını savuruşu
hırkasının duruşuna üzerinde
düşünce o hırka
omuzundan
bir öpücük konduraydım

ismimi görmen yeter
hala
heyecanlanman için
ben değilim sana kendimi hatırlatan

bu satırlar bile
sana değil


15 Eylül 2014 Pazartesi

uzun ilişkiden yeni çıktı. yeni sevgilisi de terk eder diye korktu da evleniverdi.
hümanistsiniz ve kurtulmak istiyorsunuz: çocukları başlarında bi yetişkin olmadan sokakta oyun oynarken izleyin

insancılıktan kurtuldunuz, güzel. insanlarla değil yapılarla uğraşmaya başlayabilirsiniz artık.

tam başlayacakken kurtuluşu hayvanlarda aramaya başladınız! sizi bundan da kurtarabiliriz: evinizi bir kediyle paylaşın. kelebeklere, sineklere, böceklere yaptığı işkencelere tanık olun.

şimdi de doğaya kaçacaksanız nietzsche'den gelsin: "Herkes doğada olmak ister. Çünkü doğanın senin hakkında bir fikri yoktur."

10 Eylül 2014 Çarşamba

hiçbir şey çulsuz mezunun küçük burjuva hayalleri kadar hüzünlendirmiyor beni. ya da abartmayalım hadi, o kadar abartmamakla yetinelim, abarttık diyelim.

yani şimdi senin hayalini kurduğun şeyler, en nihayetinde yeni bir şeylere erişmeni sağlayacak. peki sen şu anda elindekileri fark etmediğinin farkında mısın?

biz hep fark üzerinden anlıyormuşuz, öyle diyorlar. sen şimdi senden daha varlıklı insanlara bakıp onlara öykünüyorsun. kendin daha az varlıklıyken de şimdiki haline öykünürdün. daha varlıklı olunca da daha da varlıklılara falan..

yani bu o kadar basit bir gerçek ama o kadar çok tekrar ediyor ki.. yani ne diyem, mahmut mu diyem!!

22 Ağustos 2014 Cuma

tamircide. kadın başına hem de. baban yok muydu diyor usta. gülümsüyor kadın. babam da yok kocam da. çırakla göz göze geliyorlar. hemen gözlerini kaçırdı çırak. yanakları al al şimdi. olsun kızım diyor usta. müşteri misafirimizdir bizim. hem uzaktan gelenin anlatacak hikayesi olurmuş. anlat hele. buralı değilsin sen heralde?

buralı aslında ama istanbuldaydı uzun zamandır. döndü şimdi. kocası bile vardı, boşandılar. son tartışmaları fenaydı ama. kocasının kişisel gelişim ve türevleriyle insanları özgürleştirme mücadelesi veren arkadaşını, kısa sürede özel mülkiyet ortadan kalkmadan bedenlerin özgürleşemeyeceğine ikna etmişti. kocasının arkadaşı ikna olmasına karşın onu hayalperest olmakla suçladı. bu suçlamaya karşı attığı hisserik kahkaha --bu kahkaha sen mi hayalperestsin ben mi anlamına geliyordu-- işte o kahkaha bardağı taşıran son damla oldu. kocası mumları söndürdü. odayı havalandırmak için pencereyi açtı. bitti dedi, benden bu kadar.

usta diyor ki fan motoru yanmış arabanın. değişmesi lazım. gerekli zamanda değişikliği yapmazsan ilerde daha çok masraf çıkarır sana. değiştireceksin kızım, geç olmadan değiştireceksin. ama ayrılmakla kötü etmişsin. ailedir sonuçta. çözerdiniz sorunları. kocan seni kapıdan kovsa bacadan gireceksin. öyle değil mi lan. çırağı olduğu için ona lan diyebiliyor. çırak arabanın altında. elleri, yüzü yağ lekesi. gülümsüyor. doğrudur usta diyor. dişleri bembeyaz.

aile insan haklarına aykırıdır. bu başlıkta bir sunum hazırlamıştı, onu hatırlıyor. sunumdan sonra soru soran çıkmayınca ev arkadaşı almıştı mikrofonu, sunumdan önce anlaştıkları gibi sormuştu sorusunu. 'bu çok önemli bir soru, teşekkür ederim, şimdi şöyle ki...' sunumu yaptıktan bir sene sonra fırlattığı gelin çiçeğini de yine aynı arkadaşı yakaladı. çok eğlendiler düğün günü, çok ağladılar.

yoldalar. yeni parça almaya gidiyorlar. çırak yolu biliyor. utangaç. kadın, sıcak mı diye soruyor. çırak terlemiş. yok abla diyor iyi böyle. sözler ağzından zorla çıkıyor. kadın pencereleri açıyor. arabanın üstü bile açılıyor. kısmen. sanruuf diye bağırıyor çocuk. ilk defa böyle coşkulu. başını yine öne eğiyor sonra. kadın ne zamandır çalıştığını soruyor çocuğa. beş yıldır çalışıyor çocuk. yaşın kaç ki senin diyor. çocuk üç tane kardeşim var benim diyor.

tam iki saattir bekliyorlar. ustası çocuğu arayıp duruyor. çırağın gözleri korku dolu. satıcı sırıtıyor. şimdi gelir abla, gördün işte gitti bizim çocuk motorla. çocuğun motorda ne işi var diyemiyor kadın. kasketi soramıyor bile. çırak gözlerinin kenarıyla kadının bacaklarına bakıyor. satıcının gözleri daha yukarılarda. çaycı çay getiriyor, baştan ayağa süzüyor kadını. iki adam beliriyor dükkanın önünde, şöyle bir kadına bakıyorlar. kadın da onlara bakıyor. adamlar dönüp gidiyor. yüzlerindeki ifade değişmiyor. bütün bunlar çaycının çayı masaya koyma süresi içinde oluyor.

sen demişti kocası, sığınacak liman arıyorsun. ben bu kadar sorumluluk alamam. ben kimsenin sorumluluğunu alamam. sen kendine yeni bir baba arıyorsun. o ben olamam. yahu demişti kadın cevap olarak. daha fazlası çıkmadı ağzından. konuşsaydı, asıl sen kendine bakacak kız arıyorsun diyecekti. al işte bu mistik --özellikle acıtmak için mistik diyecekti-- arkadaşın senin, kızın yaşında. hadi abartmayalım, onbeş yaş var aranızda. biliyorum işte onla evleneceksin de suçluluk duygunu yenemiyorsun. benden ayrılmamı bekliyorsun. ayrılmayacağım ulan, sen ayrılana kadar ayrılmayacağım. ayrılmıştı sonra. o yalnız başına çıktı tatile, kocası kişisel gelişimci arkadaşıyla.

hayır yani diye bağırıyor şimdi kadın satıcıya. gelmeyecekse gelmeyecek deyin. beş dakka on dakka diye iki saattir bekletiyorsunuz. satıcı önündeki deftere bir şeyler yazıyor. kadın hızını alamıyor. bu çocuğun ustası işten atacak şimdi onu. kendim için değil yani, nedir sonuçta bekleriz. çırak kadına bakıyor, gözleri parlıyor. satıcı, ustan kim senin diye soruyor çırağa. ustasını arıyor. kadına dönüyor sonra, tamam hallettim kızmayacak ustası.

demek ki burada işler böyle yürüyor. çay geliyor. satıcı, kadın ve çırak çay içiyorlar. çaycı gelip boşları alıyor. bu defa ayaktan başlıyor süzmeye. çırak çaycıya ters ters bakıyor. daha da ileri gidip ayağına küçük bir çelme takıyor. çaycı çocuğa bakıyor, kulağına eğilip üflüyor. kafasını canını acıtacak şekilde okşuyor sonra. satıcı ve çaycı kahkaha atıyorlar. hep böyle şakalar yapar diyor bu çaycı. çırak dudağını ısırıyor. kadınla göz göze gelemiyorlar.

aldık usta diyor telefonda, geliyoruz. yarım saattir arabadalar. oysa gelişleri on dakika sürmüştü. kadın aynı yerde dolandıklarını hissediyor. hah diyor çırak, istemsizce çıkıyor bu ses ağzından. ilerde çırağa benzeyen çocuklar görüyor kadın. çırak pencereleri açıyor, sanruufu bir de. müziğin sesini yükseltiyor. çocukların yanından geçerken kadının anlamakta zorlandığı bir takım mimikler yapıyor. çocuklar işaret parmaklarını ileri geri sallıyorlar, başlarını sağa sola. sen kullanmak ister misin diyor kadın. çocuk şimdi direksiyonda. aynı yeri tekrar dolanıyorlar. aynı çocukların yanından geçerken kornaya basıyor bu defa çocuk. elini sanruuftan dışarı çıkarıyor.

kentsel dönüşümle ilgili de bir makalesi var kadının. bir an kendiyle gurur duyuyor. şimdi memleketinde. ne yapmaya geldi buraya? işini gücünü bırakıp çiftçilik mi yapacak? kocasının baskısıyla organik tarım öğrenmişti bi ara. buradaki insanlara.. hemen vaz geçiyor. organik olan ne varsa çıkaracak hayatından.

ustasının attığı tokat dikkatleri çocuğun üzerine çekti. sanayideki herkes bir an için çırağa bakıyor, sonra dönüp işlerine devam ediyorlar. çırak gülüyor. bir saat olmuş siz ordan çıkalı nerde kaldın sen diyor usta. ben yavaş kullanıyorum diyor kadın ama kar etmiyor. çırak gizliden bi hareket yapıyor kadına: sen karışma. on gün para almadan çalışacaksın diyor usta, çalışırız diyor çırak, çalışırız usta.

fan motoru takıldı. çırak arabayı baştan aşağı süzdü, her şeyini kontrol etti. arabanız hazır diyor usta, bizim çocuğun kusuruna bakmayın, beklettik sizi onun yüzünden. kadın arabasına biniyor. pencereleri, müziğin sesini ve sanruufu açıyor. çırak dikiz aynasında küçülmeye başlıyor, ustasının arkasında, dişleri bembeyaz. kadın hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlıyor.
burada da bulunsun, 1 ay önce yazdı idim:

Sis. Pus. Üç gündür kapalı hava. Dağın başı. İnanması zor ama internet kafe var burada. Hoşgeldin hocam, masan boş. Hocam diyorlar ona. Kırklarının başında. Bekar olduğu için huylanıyorlar biraz ama hocadır sonuçta. Hoca hocadır. Kafenin sahibi çok saygılı hocasına. Buyrun hocam minder de koydum sandalyenize. Hocası biraz sinirli bugün. Musluk bozulmuştu evde. Muslukçu bulmalı. Televizyonda cemaate operasyon haberleri. Hep kürtlerin başının altından çıkıyor bunlar diyor muslukçu, Gül de ermeniymiş zaten. Lastiği gevşemiş hocam diyor değişmesi lazım. Kürtler gevşetmiş olmasın diyor hoca. Muslukçu gülüyor, evet hocam sabotaj olabilir. Hoca gülmüyor.
Oturdu masasına. Ramazan ayındalar. İşletmeci gizliden su getiriyor. Göz kırpıyor. Suç ortaklığı yakınlaştırıyor onları. Suç ortaklığı ve dedikodu. Dedikodu soluduğumuz hava gibi burada. Kasabalar küçüldükçe dedikodu artıyor. Elektrik gidiyor birden. İşletmeci telefonda gürlüyor. Ben buraya internet hizmeti getirmişim siz bana zarar ettiriyorsunuz. Adı ne bu çocuğun? Ahmet. Sinsi herif. Çocuklar doğada gezip tozacaktı oysa. İnternet kafesine kapatmış onları. Sırtlarından para kazanıyor. Hoca böyle geçiriyor içinden.
Elektrikler geliyor tekrar. Yarım saatlik aç diyor bir çocuk. Şu strateji oyunlarından birini oynuyor. Bir başkası milliyet.com.tr'de fotoğraflara bakıyor. Kahveden ekmeleddin sesleri geliyor. Bir adam dalga geçiyor diğeriyle, sen şimdi demirtaş'a da verirsin. Sinirleniyor diğeri. Adam gibi konuş. Adam gibi şaka yap.
Mehmet. Meraklı. Hocam diyor yine neler okuyorsun. İnternet kafede saatlerce okuyorsun hocam. Oku oku nereye kadar. Gülüyor. Ahmet, Mehmet. Kurmaca bir anadolu kasabası. Her zaman hiç işte diye geçiştirirdi. Bu defa anlatmaya karar veriyor. Hoca değil mi anlatacak tabi. Bir örgüt, seks işçilerini dövmüş diyor. Bir süredir bu konu tartışılıyor. Gerçi bugün başka bi açıklama daha yapmışlar ama... Mehmet kıprdanmaya başlıyor. Yan masadan bi öksürük sesi geliyor. Hocası anlatırken yarım saatlik oturan çocuğun süresi bitiyor. Arka masadan kalkan bir genç herhalde yanlışlıkla Mehmet'e çarpıyor. Ben kalkayım hocam diyor Mehmet, iftar saatidir. Yanlışlıkla çarpan çocuk Ahmet'le sessizce birşeyler konuşuyor. Hocaya bakıyorlar. Hoca yeni tartışmalara göz atıp kalkıyor. 5 lira bırakıyor, üzerini almaz hiç. 2 lira para üzeri veriyor Ahmet. Hocam diyor, şu yukarıda daha büyük bir internet kafe var, orada daha rahat edersin. Yani bundan sonra. Yanlış anlama.
Hoca dışarı çıkıyor. Ezan okunuyor. Bir grup çocuk koşarak geçiyor önünden. En arkada en küçükleri. Yetişemiyor diğerlerine. Düşüyor. Ağlıyor. Burnu kanamış, sümük ve kan birbirine karışmış. Hoca kucağına alacak oluyor çocuğu, çocuk itiyor onu, küfrediyor. Kuzeni hocayı görüyor. Ya diyor sen napıyorsun çingene onlar, yörük. Ekmek almış, sıcacık. Gel diyor masa hazır, babam kuzu kestirdi senin için.

3 Temmuz 2014 Perşembe

Gecenin dördü. Çadırdalar. Seslere uyandı. İki ihtimal var. Ya bir hayvan çadıra saldırıyor ya da bu hayvan oradan geçerken kazara çadıra çarptı, korktu, türlü seslerle korkusunu dışa vuruyor. Hayvanlar belki de. Kaç taneler? İyi misin diye soruyor yanında yatan kadına, korktun mu? Erkek kadına soruyor. Erkek. İki gün önce cinsiyetçiliği eleştiren bir makalesi yayımlanmıştı oysa. Çocuklar iyi misiniz diyor bir ses. Ahmet abi’nin güven veren sesi. Mücadeleden gelmiş, hapishanelerde yatmış, mala mülke yüz çevirmiş bir ses bu. İyiyiz diyor, o da iyi.
Tuhaf bir yer burası. Issız. Hep doğada olmak istediğini sandı. En azından öğrencilik hayatı boyunca. Oysa şimdi görüyor ki güvenlik istiyor o. Güvende olmak. Yoksa düşünemiyor. Hayatta kalmakla yetinmek, henüz değil. Henüz o kadar alçaklara inemedi gönül.
Sabah oldu. Nihayet hayattalar. Ne olabilirdi ki hem, en fazla ne olabilirdi. Ahmet abi kahvaltı hazırlamış. Hafif bir tebessüm. Hayvanları uzaklaştırmak için çıkardığı tuhaf sesleri duydu elbette. Kadınının yanında erkeği küçük düşürmeyecek. Burada diyor tilki oluyor bazen. Olur böyle şeyler. Sen diyor bağırınca öyle kaçmıştır zaten onlar.
Ahmet abi dışarda yatıyor. Genç çift çadırlarında. Hayvansever diyor Ahmet abi onlara. İlk geldiklerinde örgütlü müsünüz diye sordu gençlere. Gençlerden erkek olan yani solcuyuz tabi de şimdi örgüt olayı falan derken dinlemez oldu onları. Anlaşıldı, politik değilsiniz siz. Et ikram etti de sonra her şey aydınlandı. İyi çocuklar bunlar, et yemeyen hayvanseverler.
Tuhaf bir yer burası. Ortak politik geçmişe sahip insanlar geliyor sürekli. Gençleri onlarla tanıştırıyor Ahmet abi. Çok tatlı çocuklar. Hayvansever bunlar. Erol abi de seviyor gençleri. Su getirmiş, temiz. Elektrik yok, su yok ne işiniz var sizin burada diyor. Beleşçiler sizi. Bir küfür savuruyor sonra. Şakasına. Şakasına ama cinsiyetçi. Bizimki uyaracak oluyor onu, vaz geçiyor.
Deniz. Kadın pilates yapıyor. Abilerin gözü hafiften kayıyor mu ne? E olsun ne kötülük var bunda. Onların da artık ilgilerini çeken tek şey genç kadınlar belki. Kızım diyorlar hitap ederken ama, o kızım başka bir kızım mı ne? Ya da bizimkine öyle geliyor. Hep romanlardan oluyor bunlar. Edebiyat tarihinin yarısı genç kadınlara kapılan yaşlı erkekleri anlatıyor. Kadın gülümsüyor bütün erkeklere, bütün dünyaya gülümsüyor. Bir kuş konuyor yanına, ona bakıyor. Şimdi eline beyaz bir örümcek almış. Şaşkınlıkla getirmiş erkeklere gösteriyor. Hapishanede çok olurdu onlardan diyor yaşlı erkeklerden birisi, genç erkeğe dönüyor, sen bilmezsin.
Rakı masası. Kağıt oynanıyor bir yandan. İki kadın daha var şimdi. Genç erkek biraz rahatladı. Erkek. Kadınlar da hapishanede yatmışlar. Erkekler anlatıyor. Biz diyor nelerimizi verdik bu ülkeye, ama hiç de pişman değilim. Erkekler anlatıyor. Kadınlar gülümsüyor.
Alkol tüketimi arttıkça erkekler daha çok konuşuyor. Bu kadar mı aynı olur her şey. Çocukluğunda da böyleydi. Sarhoş olan erkekler, onları idare eden kadınlar. Gezi diyor, gezide, ben var ya, en öndeydim ha. Parmağını genç erkeğe çeviryor, kadınlar erkeklerden çok daha cesurdu.
Dünkü olaya mı gönderme yapıyor. N’apsaydım, çadırdan çıkıp hayvanla mı boğuşsaydım. Napsaydım. Genç kadın erkeğin elini tutuyor. Kadınlar barışı sağlıyor, erkekler savaşmak üzere.
Anılar yarışıyor şimdi. Üç kadın ve genç erkek bir ömre bu kadar anının sığmayacağının farkında. Bu iki yaşlı erkek on kişilik hayat yaşamış gibiler. Ama kimse sesini çıkarmıyor. Hapishanede, dağlarda geçen bir ömrün sonunda kendi anılarına arkadaşlarının anılarını da katmışlar çok mu? Kamulaştırmışlar anıları. Hem hepimiz hep yaparız bunu diyor genç erkek genç kadının kulağına eğilerek, başkalarının yaşadıklarını kendimiz yaşamış gibi anlatırız, tuhaf bir keyif alırız bunu yapmaktan.
İki çift erkek gözü onun üzerinde şimdi. Bir şey varsa hepimiz duyalım diyorlar. Yok öyle rakı masasında kulaktan kulağa. Silah taşımış, tünel kazmış sesler. Sert, mesafeli şimdi. Yine kadınlar devrede. Bırak diyor adamlardan biri, sen mi öğreteceksin bana insanlığın ne olduğunu, ben kurban olurum onlara.
Yine yatma vakti. Yine korku. Bu gece neler olacak çadırda? Kadın yatıp uyuyor hemen. Üç kişi kaldılar yine. Ahmet abi dışarıda uyuyor. 10 sene hapishanede yatan nerde yatmaz ki? Bizimkinin gözüne uyku girmiyor. Kalbinin sesini kadını duymasa diye dua ediyor. Erkek. Yaşamayı bu kadar sevdiğini bilmezdi hiç.
Elektrik yok, su yok. Sabaha kadar gözlerini çadıra dikti. Uyumadı. Gün ışıyınca uyuyakalmış belli ki. Kalktığında kadın yok yanında. Çadırdan çıkıyor. Kadın sahilde yoga yapıyor. Yanında iki kedi var. Gece çadıra çarpan kediler bunlar. Ahmet abi kahvaltı hazırlamış. Gelin güzeller diyor, çay da demledim.

18 Haziran 2014 Çarşamba

ve ben hep bir gecede
her cümlem öncesinden başlar
yarım kalmıştır çünkü
ne varsa, ne idiyse

o değil ki mesele
bir adama yan gözle bakmak
başkasının hayatına sığınır da
utanırız sonra

beşiktaşın geceleri
coğrafi bi farklılık yaratmaz
martı seslerini saymazsak

ben hep arkadaş zekai özger gibi yazmak istiyorum artık
olmuyor
ben hep unutmak istiyorum geçmişteki kayıpları
olayazıyor
ben ölümüne isyan etmek istiyorum bize dayatılan ne varsa
oluyor

16 Haziran 2014 Pazartesi

insanlar birbirlerine kötülük ediyorlar, kötü şeyler öğretiyorlar.

yapmamalılar.

hayat kısa.
kuşlar uçuyor.

14 Haziran 2014 Cumartesi

maneviyatın peşinden gittim sanırsın, maddiyatın altına imza atarsın, çırpındıkça batarsın.

2 Haziran 2014 Pazartesi

ahmet haşim'den:

“Mânâ” araştırmak için şiiri deşmek terennümü yaz gecelerinin yıldızlarını ra’şe içinde bırakan hakir kuşu eti için öldürmekten farklı olmasa gerek.

"Anlam" araştırmak için şiiri deşmek, şakıması yaz gecelerinin yıldızlarını titreyiş içinde bırakan zavallı kuşu eti için öldürmekten farklı olmasa gerek.

-----------------------------

Kelime tahvilâtı ve ahenk endişeleri arasında “mânâ” küsûfa uğrarsa “ruh” onu ahengin lezzetiyle telafi eder. Esasen “mânâ” ahengin telkinatından başka nedir? Şiirde mevzu şair için terennüm ve tahayyüle bir vesiledir. ..... Bu tarifin haricinde hiçbir şiir yoktur.

Yanlış sözcük seçimleri ve ahenk endişeleri arasında "anlam" güneş tutulmasına uğrarsa, "ruh" onu ahengin lezzetiyle telafi eder. Esasen "anlam" ahengin telkinatından (telkin ettiklerinden) başka nedir? Şiirde konu, şair için ezgi ve imgeleme bir araçtır. ..... Bu tarifin dışında hiçbir şiir yoktur.

29 Mayıs 2014 Perşembe

konferansta bugün "deleuze ve hayvanlar" gibisinden başlıklı bir sunum vardı. 'labirentler' ve 'akademi için bir rapor'dan ne öğrenmiş olabileceğime dair yeni bir şeyler öğrendim:) romancının romanı'nı oyunlaştırmanın henüz başındayken denk gelmesi de kafa açıcı oldu. anlaşılması zor notlar almışım. fransızca bileydim böyle mi olurdu:) neyse. olabildiğince basitleştirdim, biraz da indirgedim sanırım. ilgilisi var mı bilmem ama notlardan çıkan notlar şöyle:

- hayvanın iç dünyasından (duygular, hisler) farklı olarak bir de ifadesi (dışavurum) var. bunu daha açık ifade edicem.

- şöyle bir bakış açısı var: bakmak yaratmaktır, görmek yaratmaktır. batı kültüründe hayvanların elinden herşey alındı. hakları, ritüelleri, özgürlüğü... bugün ters yönde hareketler başlamış olsa da bu yeterli değil. yanlış bir konumlanmadan vazgeçip, aynı yerde tersi bir yerden tekrar konumlanmaktansa o konumlanmayı bütünüyle terk etmek. bir hareketi tıkayan her tür temelden, yerleşimden kurtulup yeniden harekete geçmek. hayvanın fizikselliğine yeni bi bakış gerekiyor. yeni bir konum.

- bazı hayvanlarda (belki de hepsinde) biyolojik gerekliliği olmayan fiziksellikler var

- bu dış görüntülerin, fizikselliklerin bir amacı yok. bir tür imza. hayvan ve dünya arasındaki etkileşimin izi, imzası.

- bu fiziksellikler uyum sağlama ya da zorunluluk olarak değil bir dışavurum olarak görülmeli

- bu bakış açısı dar mekanik açıklamadan kurtarır hayvanı. hayvanın kendini algılamasına ek olarak dünyayla geçtiği etkileşimin ifadesi.

- sanatla benzerliği. kendimi nasıl ifade edebilirim? nasıl dışavururum? söze hapsederek değil. sözsüz de değil. sadece ifadeyi sözün boyunduruğundan kurtarmak. sözü de ifadenin içine katmak.

- burdan bakınca her bir hayvan görüntünün bir titreyişidir, kendi başına öyküdür, tekil bir dışavurumdur, her bir hayvan bir ifade çizgisidir

- hayvanı insan üzerinden anlama sapkınlığından kopmak gerekir.

- hayvan-toprak ilişkisinin ötesine hayvan-dünya ilişkisi, hayvan-kosmos ilişkisi

- burada evrimin sürekli ileriye gittiği, canlıların karmaşıklaştığı, insanın bu karmaşıklık piramitinde tepede olduğu savlarına bir karşı çıkış var. daha ziyade ifade biçimlerinde bir zenginleşmeden bahsediliyor.

- ifade bir dil meselesi değildir. sadece dil meselesi değildir.

28 Mayıs 2014 Çarşamba

sempozyumdan sempozyuma koşturdukça şunu fark ediyorum: akademi denilen şeyin içi boşalmış, kariyerizm akademiyi de kapsamış, eritmiş.

uzmanlaşma çok fena bir şey. insanı hayatta tutacak tek şey merak.

yerleşmek ve sabitlenmek ölmek demek bir bakıma.

istanbul'da her şey alacak verecek meselesi. bir insan girer hayatına. alacağını alır. senden almaya devam edeceği şeyleri başkasından alabilecekse onun hayatına girer, seni geride bırakır.

hayat bir düş imiş, pili bitmiş.

geziyi bütün hatırlamalar hüzün ve nostalji. gezi hayata yönelikti, geziyi anmamalı. diriltmeye çalışmamalı. geziden somaya bir yol var, o yolda ısrarcı olmalı.

tiyatro, sinema, edebiyat, masaj, tasarım. siyaset biraz da. biraz da hayat. başka ne katabilirim hayat(ım)a. disiplinler arasında gezinmeye devam.

bir insana içini açmak bedenini açmaktan çok daha zor, çok daha mahrem aslında.

7 Mayıs 2014 Çarşamba

erkekleri genel olarak sevmem
soru soranları severim
sen konuşurken dinlemeyip kendisine sıra geldiğinde ne söyleyeceğini düşüneni sevmem
kafasında sorular olanı severim
cevapları olanı sevmem

27 Nisan 2014 Pazar

ki sen, dünyanın ücra bir köşesinde
kendi varlığından bile emin olamaz hale gelirsin

suç feysbuka ihtiyaç duyan ermişte değil
ne de fotoğraf varlığın teyidi

bir gün bir başıma gideceğim buralardan
hiç kimsenin vicdanını rahatlatmasına izin vermeden

20 Nisan 2014 Pazar

buraya da alalım efenim:

para kazanma derdi kadar avutucu bir şey yok. öyle bir geçiyor ki zaman.. çalıştıktan sonraki zaman da sanki ayrı bi değer kazanıyor. hayata karşı küçük zaferler: kahve molası, şöyle bi denize bakmak, yeni açılan bir restoranı 'keşfetmek'.. müdürler, onların müdürleri, takım elbiseler falan.. ödüller bir de, en iyiler.. endüstriye mal üretir hale geldiğini fark edemeyen sanat. eski aklımın nesi vardı diyor insan.. kibirli görünmemek için bu eleştirileri dillendirmekten bile çekiniyor oluşumuz: beğenmediğin şeyler hakkında sessiz kalman yetmez, "öveceksin ki alçak gönüllü desinler". askerlik var sonra. bir de ortadoğuda yaşıyorsun, bir sürü çocuğu öldürüyorlar, göz altına alıyorlar, darp ediyorlar. sonra bir de insanlar arası ilişkiler.. büyü bozulmasın diye iyi anlaştığın biriyle daha fazla yakınlaşmak istememek.. mülk edinir gibi sevgili edinmek. insan mülkünü nasıl sevebilir? politik yakınlıkların olağanın üzerinde kısa süreliliği.. bağlanmaya olandan daha az değil ayrışmaya olan merakımız, "hangi köydensin sen"den öteye gidemiyor politik tartışmalar. durdum.

madem feysbuktayız, hemen kendime döneyim. üç ihtimal var: birincisi bu aralar çok çalıştığım için yoruldum biraz, ikincisi yaşlanıyorum, üçüncüsü ve en kötüsü zamanında (üniversitedeyken mesela) klişe/yüzeysel bulduğum eleştirilerden daha fazlası değil bu hayat.

kafka'ya bakılırsa birincisi doğru:

"Sevgili bayan Milena, size Prag'tan sonra Meran'dan yazmıştım. Karşılık vermediniz. Gönderdiğim o pusulalara karşılık beklemem yersiz, biliyorum. Yazmadığınıza bakılırsa iyi olmalısınız. Bizler çoğunlukla iyi olduğumuz zaman susarız."

ya da sıklıkla olduğu gibi biz yanılıyoruz, ursula'm haklı:

"Uykuya ihtiyacınız olduğunu biliyorsunuz. Tıpkı yemeğe, suya ve havaya ihtiyacınız olduğu gibi. Peki, uykunun tek başına yeterli olmadığını, vücudunuzun rüyalı uyku hakkını da aynı şiddetle talep ettiğini biliyor muydunuz? Sistemli olarak rüyalardan yoksun bırakılması halinde beyniniz size çok tuhaf oyunlar oynamaya başlar."

17 Nisan 2014 Perşembe

ölümle bi imtihan bu.
yaşamak zor geliyor çoğu zaman.
sanki bir boşluk var da onu doldurmalısın sen

"bir kuş bir balığı sevebilir
ama nerede yuva kuracaklar"

10 Nisan 2014 Perşembe

hiç bir zaman tek bir kişiye bağlanamayacak olanlar,
bağlanacak tek bir kişi arayarak ömrünü harcayanlar,
anne/babadan kurtulmak için bir an önce evlenenler,
gençliklerindeki 'muhteşem güzellik'i,
'o'nu unutmak için evlenenler,
teselliyi çocuk yapmakta bulanlar,
mutsuz erkekler,
kadınlar,
insanlar,
ilişkiler,
ilişkiler..


Maşa: Bunları size bir yazar olduğunuz için anlatıyorum, işinize yarar belki. Eğer kendini ölümcül bir şekilde yaralamış olsaydı, inanın bir saniye yaşamazdım.  Gene de metanetim yerinde; kararımı verdim, bu aşkı kökünden söküp atacağım yüreğimden.
Trigorin: Nasıl?
Maşa: Evleneceğim... Medvedenko’yla.
Trigorin: Şu öğretmenle mi?
Maşa: Evet.
Trigorin: Ne anlamı var bunun?
Maşa: Umutsuzca sevmenin, yıllarca bekleyip durmanın ne anlamı var? Evlenince hiç değilse aşk maşk kalmaz. Yeni gayeler kaygılar çıkar, eskileri siler süpürür. Bir değişikliktir ne de olsa. Bir tek daha atalım mı?
Trigorin: Fazla kaçmaz mı?
Maşa: Yok canım (kadehleri doldurur)